Doğanın korunmaya ihtiyaç duymayacağı günler için: Doğaya Güç Kat

Özlem Parlar Urker – NATURA Doğa ve Kültür Koruma Derneği

Anadolu coğrafyası; doğa tarihi ve biyo-ekolojik özelliklerinin yanı sıra sahip olduğu değerler açısından tüm canlı yaşamı için gezegende özel bir yer. Bu özel alan maruz kaldığı çevresel tahribatların baskısıyla ayakta kalmaya çalışırken, bu yazıyı okuyan herkesin elini taşın altına koymaya çabaladığını da biliyorum.

Derneğimiz NATURA’yı kurarken gayemiz şuydu: doğanın korunmasına ilişkin bilgimizi ortaya koyalım, yeni yöntemlerle geliştirelim ve yayalım. Yani kendimize sakladığımız bir üretim biçimi olarak değil, herkesi sürece dahil etmenin gücünü yanımıza alalım istedik. Tırnak içinde butik bir dernek olarak bunun zorlukları ile yüzleştiğimiz anda mutlu bir haber bize ulaştı: Doğaya Güç Kat (DGK) yola çıkıyor!

Ortak olarak en başından beri parçası olduğumuz bu süreç bize çok şey kattı. Doğa koruma çalışmaları ve mücadeleleri el ele verince müthiş ivme kazanan bir olgu ve her buluşmada aklıma şu cümle geliyor: “Bütün kendisini oluşturan parçaların bir araya gelmesinden daha fazlasıdır!”. Böyle düşünmemin sebebi, DGK’nın tüm bileşenlerinde gördüğüm farklı alanlardaki uzmanlıklar, mücadeleler, deneyimler ve gündem çeşitliliğidir. Deneyimlerin ve bilginin yaygınlaşması bizim kitaplardan, yayınlardan, oturduğumuz yerden öğrenebileceğimiz bir şey değil, ancak temas ettiğimizde erişebileceğimiz bir yerde duruyor. Bu yüzden DGK, onu oluşturan bileşenlerden çok daha fazlasını, umutlu, bütüncül ve kalıcı bir yolu hedefliyor.

Bu hedeflerin başında komisyonlara katılımın yaygınlaşması var. STK’ların yereldeki katılım mekanizmalarına dahil olması ve karar alma süreçlerine etki etmesi yasal bir hak olarak tanımlansa da katılım çok düşük kalıyor. Bunun sebebi müzakereler sırasında yönlendirme yapabilecek bilgi düzeyimizin yeterli olmaması -ya da sadece böyle olduğunu düşünmemiz-. Bu amaçla, DGK çeşitli toplantıların ardından bölgesel eğitimlerine başladı. Bu eğitimler bölgelerin ihtiyaçlarına yönelik geri bildirimler ve genel ihtiyaçlar üzerine kurgulandı. NATURA’yı temsilen eğitmen pozisyonunda 3 eğitime katılarak Ege, İç Anadolu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerinde “Tarımın su kaynakları, sulak alanlar ve karasal ekosistemlerin üzerine olumsuz etkileri” ve “Su Havzaları, Türkiye’nin Havzaları, Sorunlar, Su ve Havza Yönetiminin Önemi” konularında eğitim verdim. Bu deneyimin kişisel olarak tahminlerimin ötesinde bana katkıları oldu. İlk fark ettiğim durum bir problem olarak temas eksikliği, yani masa başı mesaisi dediğimiz iletişim kurmadan sorun çözmeye çalışma sorunsalıdır. Tarım/kırsal odaklı yaptığım çalışmalar aynı doğa koruma gibi, bölgede yaşayan canlılarla temas etmeden gerçekçilikten uzak ve bir çözüme kavuşamaz bir yapıda. Bu durum Ankara’da yaşayan benim gibi birisi için sorun teşkil ediyor iken, bölgelerde tanık olduğumuz diğer bir problem ise şuydu: aynı bölgede yaşayan insanların/kurumların birbirleriyle iletişimleri de sınırlı kalıyor. Pandemi sürecinin getirdiği sanal araçların yaygın kullanımı, gündem yoğunlukları ve farklı uzmanlık alanlarının birbirini desteklemesi gerekirken uzaklaştırması, mücadele sırasında her birimizi ayrıştırıyor. Bölgelerin kendi iç iletişimlerini arttırmak adına bu eğitimlerin/buluşmaların muazzam katkılarını gözlemleme fırsatı buldum.

Komisyonların her birinde yer alan kurum olarak Doğa Koruma ve Milli Parklar Şube Müdürlükleri’nden temsilcilerin toplantılara katılması da bizlerin muhatap olacağı başat paydaşlara yönelik bakış açımızın dönüşmesini sağladı.

Eğitimlerin gerçekleştiği iki günde çevresel sorunları kültürel ve tarihsel öğelerle birlikte ele almayı hatırladık.  Sıklıkla atladığımız bu konu, sorunların üzerine giderken bize ışık tutacak önemli bir araç ve DGK geliştirdiği programlarla bu anlamda bizi desteklemeye devam ediyor.

Çözümler için yan yana yürüyebilmenin yollarını açan ve kuvveti birlikten doğurmaya çabalayan Doğaya Güç Kat’ın tüm paydaşlarına teşekkürlerimi sunarım.   

Görsel: https://bit.ly/3BCeEXv