Su krizi sanılandan çok daha büyük: Türkiye su fakiri ülkeler arasına girmek üzere

Türkiye birkaç on yıl içinde “su fakiri” statüsünde bir ülke olacak. Uzmanlar uzun süredir var olan tehlikeye dikkat çekseler de “yetkililerin” gözü kulağı kapalı. Üstelik sadece görmemekle duymamakla da kalmıyorlar…

Mart ayının ikinci haftasında Resmi Gazete’de Sulak Alanları Koruma yönetmeliğinde iki önemli değişiklik yapıldı. Değişikliklerin ilki sulak alanların korunması kavramını esnetirken, yeni yönetmelikle birlikte sulak alanlarda yapılaşmanın önü de açıldı. Oysa ülke halihazırda sulak alanlarını bir bir kaybederken, madencilik faaliyetleri, tarımda vahşi sulama gibi pek çok nedenle su kaynakları yok oluyor.

Uzun yıllar Çevre Bakanlığı’nda Sulak Alanlar Şube Müdürü olarak görev yapan Doğa Araştırmaları Derneği Başkanı Osman Erdem’le Türkiye’nin su politikasını, su varlıklarını ve nasıl bir su yönetimi olmasını gerektiğini konuştuk.

‘Türkiye su fakiri ülkeler arasına girecek’

Bu yılın önemli iklim gündemlerinden biri kuraklıkla birlikte yağışlar ve barajların doluluk oranı oldu. Haberlerde sıklıkla barajların doluluğu işleniyor. Ancak konuyu salt barajların doluluk oranından çıkarırsak Türkiye’nin su varlıkları ne durumda?

Türkiye orta ve ortanın biraz altında su varlığına sahip bir ülke. Kurak Afrika veya Ortadoğu ülkeleri gibi değiliz ama su zengini de değiliz. DSİ verilerine göre Türkiye’nin kullanılabilir tatlı su miktarı yılda 112 milyar m3. Bu miktarı 83,5 milyona ulaşan olan nüfusumuza böldüğümüzde kişi başına düşen tatlı su miktarı yılda 1340 m3’e denk geliyor. Falkenmark Su Kıtlığı İndeksi’ne göre, kişi başına düşen tatlı su miktarı yılda 1700 m3’ün üzerinde ise “su zengini”, 1000 ila 1700 m3 arasındaysa “su stresi”, 500- 1000 m3 arası “su kıtlığı” ve 500 m3’den az ise “kesin su kıtlığı” çeken ülke olarak değerlendiriliyor. Bölgelere göre farklılıkları dikkate almazsak şimdilik Türkiye “su stresi” yaşayan ülke konumunda.

Türkiye İstatistik Kurumu, Türkiye nüfusunun 2030 yılında 100 milyona ulaşacağını öngörüyor ve bu durumda ise kişi başına düşen su miktarının yıllık 1.120 m³ olması bekleniyor.

Su uzmanları, nüfusumuzun artması, buna karşılık iklim değişikliği ve onunla uyumlu olmayan su politikaları, yanlış su yönetimi nedeniyle su kaynaklarının hem miktar olarak azalması hem de kalitesinin bozulmasıyla yakın bir gelecekte bu miktarın 1000 m3’ün altına düşeceğini ve Türkiye su fakiri bir ülkeler arasına gireceğini söylüyorlar.

‘Durum daha da kötüye gidecek’

Türkiye ile birlikte komşularımıza baktığımızda Akdeniz Havzasında durum nasıl?

Akdeniz Havzası, dünyadaki iklim değişikliklerine karşı en savunmasız bölgelerden biri. Batı ve Orta Akdeniz Havzası’ndaki ülkeler Doğu Akdeniz ve Güney Akdeniz Havzası’ndaki ülkelere göre daha iyi durumda görünüyor olsalar da bu ülkelerde dahi bölgesel olarak suya erişimde önemli problemler yaşandığını biliyoruz. Ancak Doğu Akdeniz Havzası’nda ve Akdeniz’in güneyindeki ülkelerin tamamı sağlıklı suya erişim yönünden su kıtlığı yaşayan ülkeler durumunda, yani kişi başına düşen yıllık su miktarı 500 m3’ün altında. Küresel iklim değişikliğin artan etkisiyle birlikte bu ülkelerdeki durumun daha da kötüye gideceği biliniyor.

Türkiye’nin sulak alan bakımından en zengin bölgesi Göller Yöresinin alarm verdiğini biliyoruz. Yine Türkiye’nin ikinci büyük gölünü içinde barındıran Konya Havzası uzun süredir çölleşme riski altında. Peki, diğer bölgelerde durum nasıl?  Marmara ve Karadeniz için durum nasıl?

Ülkemizde 28 su havzası bulunuyor. Bunlardan Marmara, Gediz, Küçük Menderes, Susurluk, Asi, Akarçay ve Burdur su kıtlığı ve kesin su kıtlığı çeken havzalarımız. Yani kişi başına düşen yıllık su miktarı 1000 m3’ün altında.

Meriç-Ergene, Yeşilırmak, Kızılırmak, Büyük Menderes, Konya Kapalı, Van Gölü ve Seyhan havzaları su stresi altında olan havzalarımız.  Karadeniz diğer havzalara göre daha iyi durumda görülse de havzanın pek çok yerinde su stresi yaşanıyor.

Özetle ifade etmek gerekirse ülkemizin tüm bölgeleri farklılıklar göstermesine rağmen su problemi yaşıyor ve küresel iklim krizinin artışına bağlı olarak bu problemler daha fazla yaşanacak.

İklim krizi ve etkilerini sıkça konuşuyoruz. Peki, yaşadığımız kuraklık iklim krizinin bir sonucu mu?

Tabii ki iklim krizinin etkisi yok diyemeyiz. Ancak, Türkiye’nin yaşadığı problemlerin ana sebebi suyun yanlış yönetimi. Su kaynaklarımızı doğru kullanmıyoruz.

Bunu bir örnekle açıklamaya çalışayım. Konya Kapalı Havzası ülkemizin en az yağış alan havzalarından biri, ancak yıllık iki milyar m3’ü aşan yeraltı su rezervi ile Fırat-Dicle Havzası’ndan sonra ülkemizin en fazla su rezervine sahip havzası. DSİ’nin 2008 yılı verilerine göre Konya Kapalı Havzası’nda 27.140’ı ruhsatlı, 66.808’i kaçak olmak üzere 94 bine yakın yeraltı su kuyusu bulunuyor. Günümüzde ise kuyu sayısı 140 bine ulaşmış durumda ve bunlardan sadece dörtte biri (yaklaşık 35 bini) belgeli, kalanı ise belgesiz yani kaçak işletiliyor. Bunların ne kadar su tükettikleri, hangi yöntemle sulama yaptıkları ise bilinmiyor. Konya Kapalı Havzası’nda 1980 yılından günümüze yeraltı su seviyesindeki düşüş miktarı 45 m. Yani her yıl ortalama 1 m’nin üstünde düşüş yaşanmış. Son 5 yılın ortalaması ise yıllık 2,5 m ile gerçekten endişe verici boyutlara ulaşmıştır. 1950’li yıllarda Konya Kapalı Havzası sulak alanlar bakımından Türkiye’nin en zengin bölgesi. Günümüzde ise Beyşehir Gölü, Kozanlı-Gökgöl ve Ilgın-Çavuşçu Gölü dışındaki tüm doğal sulak alanlar Türkiye’nin ikinci büyük gölü olan Tuz Gölü de dahil ya tamamen kurumuş ya da çok büyük ölçüde küçülmüş durumda.

Kaynak: https://sutema.org/kirilgan-dongu/degisen-iklimler-ve-su.14.aspx

Sulak alanların en önemli işlevlerinden biri bulunduğu bölgenin su rejimini düzenlemesi ve iklimini yumuşatması. Sulak alanlar yeraltı suyunu beslerler. Konya Kapalı Havzası’nda sulak alanları kurutarak yeraltı suyu beslenimini azaltırken, diğer taraftan da alınması gerekenin iki katından daha fazla yeraltı suyu alınarak su kullanımı sürdürülemez hale getirildi. Bütün bu kontrolsüz ve yanlış su kullanımının sonuçlarını küresel iklim değişikliğine bağlarsak, gerçeklerin üstünü örtmüş oluruz.

Maalesef, ülkemizin su kaynaklarını yönetenler görmek istemeseler de yıllardır sürdürülen yanlış su yönetimine iklim krizinin etkileri de eklendiğinde Konya Kapalı Havzası yakın gelecekte tamamen susuz kalma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak.

Diğer su havzalarımızdaki durum farklı değil. Hemen tüm havzalarımızda sulak alanların kurutulması, yeraltı suyunun aşırı kullanımı, yanlış sulama yöntemleri ve tasarruflu olmayan su kullanımı ve su kalitesinin hızla bozulması nedeniyle benzeri sorunları yaşıyor.

Türkiye’nin birkaç on yıl içinde “su fakiri” olacağı söyleniyor. Türkiye’nin su politikasını düşündüğümüzde nasıl bir tablo var karşımızda?

Ülkemizin su kaynaklarını değerlendirdiğimizde tablonun hiç de iç açıcı olmadığını görebiliyoruz.  Konunun uzmanları günümüzde kişi başına düşen su miktarının 1340 m3 olduğunu söylüyor,  2030 yılında ise artan nüfusla bu rakam 1100 m3’e düşecek ki bu rakam her geçen gün artan su talebi eklenmemiş haliyle geçerli. Doğru ve sürdürülebilir bir su yönetim modeli geliştirip uygulanmadığı takdirde Türkiye “su stresi” yaşayan ülke konumundan çok yakın bir gelecekte “su kıtlığı” yaşayan ülke olma durumuna düşecek.

Bugün tatlı su kaynaklarımızın yüzde 74’ü tarımda, yüzde 15’i evsel kullanımda ve yüzde 11’i de sanayide kullanılıyor. Diğer bir deyişle, su kıtlığı sadece yağışların az olmasına bağlı değil. Su kıtlığına karşı aradığımız çözüm de birçok paydaşın katılımı ve farklı ölçekte harekete geçmeye bağlı.

Kaynak: https://sutema.org/kirilgan-dongu/suyun-sektorlere-gore-kullanim-oranlari.9.aspx

‘Suyun tek bir damlası bile boşa gitmemeli’

Sulak alanların, göllerin kurumasındaki önemli etkenlerden biri de tarımdaki yanlış sulama yöntemlerinin olduğu uzun yıllardır dile getiriliyor. Yine sanayide de önemli oranlarda su kullanılıyor. Peki tarımsal üretim için sulama ihtiyacı nasıl karşılanabilir? Yine sanayideki su kullanımını nasıl dönüştürebiliriz?

Bugün su kaynaklarının en kıt olduğu bölgelerde bile hala vahşi sulama yapılmakta, mısır, şeker pancarı gibi çok su tüketen bitkilerin ekimine izin verilmektedir. Ancak su kaynaklarımızı artıramayacağımıza göre ve giderek artan su talebini de dikkate alarak mevcut kaynaklarımızı korumak ve akıcı kullanmak durumundayız.

TBMM’ye sunulan, ancak yıllardır bir türlü Genel Kurul gündemine alınamayan “Su Kanunu Tasarısı”nda kullanım öncelikleri sırayla içme-kullanma, çevre, tarım, ticari ve enerji, turizm, rekreasyon, maden vb. şeklinde sıralanmıştır ve bu sıralama doğrudur. Ancak halen Türkiye’deki uygulama içme-kullanma, enerji, maden, turizm rekreasyon ve çevre olarak sıralanmaktadır.

Yapılması gereken bütün canlıların ve sektörlerin taleplerini dikkate alarak, su kaynaklarının en verimli ve sürdürülebilir şekilde kullanımlarını sağlayacak, yasal düzenlemelerin yapılması, politikaların geliştirilmesi ve eksiksiz uygulanmasıdır.

Sürdürülebilir su kullanımını sağlayabilmek için suyun tek bir damlasının bile israf edilmeden çevre ile uyumlu olacak şekilde etkin kullanımının sağlanmasıdır. Bunun için bizim gibi su fakiri olma yolunda hızla ilerleyen ülkelerde, suyun tarımda, sanayide ve evlerde tasarruflu kullanılması için daha etkili çalışmalar yapılmalı ve atık suların arıtılarak yeniden kullanılmalıdır.

‘Madencilik sektörünün dokunulmazlığı var’

Türkiye uzun bir süredir maden şirketlerinin açık sahası konumunda. Biraz da madenciliğin su kaynaklarıyla olan ilişkisinden bahseder misiniz?

Türkiye’de mecazi anlamda söylüyorum dokunulmazlığı olan tek sektör herhalde madencilik sektörü, istedikleri her şeyi her yerde yapma haklarını kendilerinde görüyorlar.

Yeryüzünde doğaya en fazla zarar veren sektör madencilik sektörü diyebilirim. Sadece su kaynakları değil madencilik faaliyetinin yapıldığı yerlerde ekolojik ilişkiler altüst olabiliyor ve kapatıldıktan sonra çok uzun yıllar geçse de onarılması mümkün olmuyor.  Kapatıldıktan sonra rehabilite yapılan maden alanlarının sayısı tüm dünyada yüzde 2’yi geçmiyor. Altın madeni gibi atıklarında arsenik, kurşun, civa vb. zehirli maddeler bulunduran madenlerin etkisi çok daha büyük ve tehlikeli boyutlarda. Bırakın doğada yapılan telafisi mümkün olmayan zararları ve bozulmaları, sırf atık barajları yönünden baktığımızda bile tehlikenin boyutları inanılmaz boyutlarda olduğunu görüyoruz.  Birleşmiş Milletler Çevre Programı’na (UNEP) göre 1961’den bu yana, dünyada 221 çok ciddi atık barajı kazası yaşanmış. Bu kazalar sonucu yüzlerce kişi ölmüş, binlerce kişi yerinden olmuş ve milyonlarca kişinin suyu zehirlenmiş.

‘Bir ülke su kaynaklarını ve sulak alanlarını koruyamıyorsa kuraklık yönetiminde başarılı olması mümkün değil’

Peki, nasıl bir kuraklık yönetimi olmalı?

Nasıl bir su yönetim olmalı konusuna kısmen değindim. Nasıl bir kuraklık yönetimi; 2017 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığının koordinasyonunda ilgili kurum ve kuruluşların katkıları ile ülkemizdeki kuraklığın olumsuz etkilerinin en aza indirilmesi maksadıyla “2017-2023 Ulusal Kuraklık Yönetimi Strateji Belgesi ve Eylem Planı” hazırlandı. Belgede katılmadığım veya eksik bulduğum pek çok nokta var, ancak en iyi strateji ve eylem belgesi de olsa uygulanamadıktan sonra bir anlam ifade etmiyor. İyi bir kuraklık yönetimi aynı zamanda doğru ve sürdürülebilir su yönetiminden geçiyor. Bir ülke su kaynaklarını ve sulak alanlarını koruyamıyorsa ve doğru yönetemiyorsa kuraklık yönetiminde etkili ve başarılı olması mümkün değil.

*Bu röportaj 22 Mart Dünya Su Günü vesilesiyle SoL Haber Portalı’nda yayınlanmıştır.